Bütün seminerlerime ve eğitimlere; “İletişim nedir?” sorusu ile başlarım.
Katılımcılarla iyi bir iletişim kurmanın yollarını arama girişimidir bu. İki tarafta rahatlar ve böylece sohbete zemin hazırlamış olurum. Kısaca; Konuşmaktır, paylaşmaktır, etkileşimdir ve de gülümsemedir diye tarif ettiğimiz iletişimin yüzlerce tarifini yapabiliriz. Ve sonra, iletişimi insan ilişkileri zemininde katılımcılarla tartışır, ikna kabiliyetini nasıl geliştireceğimizi, beden dilimizi ve konuşmamızı nasıl bir üst seviyeye çıkaracağımıza yönelik savları karşılıklı irdeleyip, fikirlerimizi paylaşırız.
Ancak bu yazımda, iletişime bir başka boyuttan pencere açmayı umuyorum. Konu başlıklarımız; İnsan-insana iletişim, insan- hayvana iletişim, hayvan-hayvana iletişim, Hayvan-bitki iletişimi. Görüldüğü üzere, hayatımızın her aşaması bu sihirli sözcük ile bağdaşık, iç içe. İnsan insana iletişimi çoğunlukla gözlemler, yaşar, yazar, çözeriz de, Dünya’nın diğer varlıkları arasında yaşanan iletişimi göz ardı ederiz çoğunlukla. Bu yazımda, biraz kuytu köşelerde kalan bu iletişim tarzlarını ele alacağım.
İnsan-hayvan iletişim; İnsan olarak Dünyadaki tüm canlılardan bizi ayıran özelliğimiz düşünüyor olmamızdır. Yaradan tarafından bizlere bahşedilen bu özellik sayesinde, diğer canlılara göre daha şanslı olduğumuzu söyleyebiliriz. Düşünmeden bir İş yaptığımızda, kendi kendimize ya da bir başkası tarafından, “koyun musun” denmesinin sebebi bu olsa gerek. Bundan iki bin yıl önce felsefenin üstatları insanı farklı şekillerde tarif etmişler. Konfüçyüs, “insan öğrenen hayvandır”, Sokrates, “insan sorgulayan hayvandır”, “Aristo insan düşünen hayvandır”, Descartes, “İnsan konuşan hayvandır” gibi, liste uzar gider. Benim ulaşabildiğim kayıtlarda, 15-20 felsefeci ve düşünürün insanla ilgili tarifleri böyle.
İnsan ile hayvan arasındaki iletişiminin geçmişi, insanlık tarihi kadar eskidir. Aynı topraklar üzerinde yaşam ile ölüm arasındaki çizgiyi tamamlamak üzere yaşayan bu iki canlı, bazen av, bazen avcı olmuştur. İnsanlarda diğer hayvanları (canlıları) avlama içgüdüsü ağır basmış gözüküyor. İlerleyen zamanlarda ise sadece av olarak görmek yerine, evcilleştirip besin kaynağı, işgücü ya da yoldaşlık etme eğilimleri görülmüştür. İnsanoğlunun diğer canlılarla iletişiminde yunus balıkları, atlar, kediler ve köpeklerin önemli bir yeri olmuştur. Bu canlılar, aynı zamanda ruhsal tedavi aracı olarak hayatı kolaylaştırmıştır.
Bir diğer boyutta, hayvan-hayvana iletişim. Hayvanlar doğuştan getirdikleri özel yetenekleri sayesinde başarı ile uygularlar iletişimi. Kedi ve köpekler, bölgelerini belirlemek için geçtikleri yere idrarını bırakır. Koklaşarak anlaşırlar. Kendilerine has çıkardıkları seslerle bir uyum içinde yaşarlar.
Hayvan-bitki iletişimine en güzel örnek arılar ve çiçekler arasındaki ilişkidir. En çalışkan canlı olarak bildiğimiz arıların dünyasını yazmakla bitiremeyiz. Çiçeklerle dans eder, en iyi nektar hangi çiçekte bilirler. Çiçekler ve meyveler de arılardan yararlanırlar tabi. Çiçekte tozlaşmayı ve döllenmeyi gerçekleştirerek, aldığı poleni ve nektarı karşılıksız bırakmaz arılar. Bir belgeselde izlemiştim. Tropikal iklimde yetişen bir meyveyi beyaz kurt çok sever. Kurt, yere düşen olgun meyveleri yer ve dışkısını kilometrelerce ileride bir tepeciğin üstüne bırakır. Bu tepecik, kurdun gözetleme kulesidir. O tepeciğin içinde karınca kolonisi bulunmaktadır. Karıncalar, dışkının içindeki sindirilmemiş tohumları yuvalarına taşır. Geçen süre içerisinde orada o meyve ağacı hayat bulur. Hayvan-bitki arasında yaşanan iletişimin bu biçimine hayran olmamak elde değil.
Yukarıda verdiğim örnekleri, hiç kuşkusuz herkes kendince katkılarla donatıp çoğaltabilir. Diğer canlılardan bizi üstün kılan özelliklerimizi, gözü dönmüşçesine doğaya, diğer hayvanlara ve kendi kendimize hunharca ve hoyratça kullanmamız ne acı. Can Yücel’in dediği gibi kendisini, her şeyin sahibi ve hâkimi olarak gören insanoğlu: “Anne karnına sığarken, Dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli”.
Ramazan KARAKAYA
Danışman&Eğitimci